AHMED
DAVUDOĞLU
97 VE 98
NOLU HADİSLERİN ŞERHİ:
Hadis-i şerifde Allah'a
kavuşmaya imanla, dirilmeye iman, bir arada zikredilmiştir.Bundan muradın ne
olduğu ulema arasında ihtilaflıdır. Bazılarına'göre Alîaha'a kavuşmak âhirete
göçmekle olur. Dirilmek ondan sonradır. O kıyamette olacaktır. Diğer bazılarına
göre Allah'a kavuşmak dirildikten sonra hesap verirken clacaktır. Ancak
Nevevi'nin beyanına göre bu kavuşmadan rnurad Allahü Zül Celâl'i görmek
değildir. Çünkü hiç bir kimse Allah'ı göreceğini yüzde yüz kestiremez. Onu
görmek mü'minlere mahsustur. İnsan son nefesde imanını kurtarıp
kurtaramayacağını bilemez.Dirilmenin «son» diye vasıflanması, bazılarına göre
beyan ve izâhda mübalağa ve bu meselenin son derece mühim olduğunu göstermek
içindir. Bir takım ulemaya göre ise dünyaya gelmek birinci defa dirilmek,
mahşere gitmek için dirilmek de ikinci defa dirilmektir. Son dirilme diye
kayıtlanması bundandır.
«İslâm : Allah'a ibâdet
etmen, ona hiç bir şeyi şerik koşmaman... ilâh* cümlesi, hadîsin birinci
tarikindeki, ta'rifin ma'na i'tibariyle naklidir. İbâdet: tevazu' ile yapılan
tâattir. Bir ihtimâle göre burada ondan murad: Allah'ı bilmek ve birliğini
ikrardır. Bu takdirde namaz, zekât ve orucu onun üzerine atfetmek, bunları da
islâmın ta'rifine almak içindir. Çünkü namaz, zekât, oruç ve emsali henüz ibâdetde
dâhil değildiler. İbâdet namına yalnız bu üçünün zikredilmesi islâmm erkânı ve
en büyük şeâiri oldukları içindir. Sair ibâdetler bunlara mülhaktır.
Diğer bir ihtimâle göre
ibâdetten murâd: mutlak surette tâattir. Bu takdirde bütün islâmî vazifeler
ibâdette dahildir. Namaz, zekât ve orucun ibâdet üzerine atfı, şeref ve
meziyyetlerine tenbih için hâssı âmin üzerine atıf kabilindendir. Kur'an-ı
Kerim'de ve ehâdis-i Nebeviyyede bunun emsali çoktur.
Fahr-ı kâinat (S.A.V.)
efendimizin, Allah'a ibâdetten sonra:
*Ona hiç bîr şeyi şerik
koşmaman...» buyurması, kâfirlerin ibâdetini redd içindir. Zira kâfirler
sûret-i zahirede Allah'a ibâdet ederler; fakat putları da ona ortak
sayarlardı.Namazın ikamesi: bazılarına göre, onu devam üzere kılmaktır. Diğer
bazılarına göre ise ikaameden murâd: onu gerektiği gibi kılmaktır. Zâten
ikaame: doğrultmak, dikmek ma'nasma gelir. Namazı doğrultmak veya dikmek ise
ta'dil ve erkânına riâyet ederek kılmakla olur. Namaz hakkında kullanılan
«Mektûbe» ile zekât hakkında kullanılan
«Mefrûza» kelimeleri
müteradiftirler. İkisi de «Farz olan» manasına gelir. Ayni lâfzın tekrarı hoş
karşılanmadığı için müteradifi kullanılmıştır. Bir de şeriat örfü âdetinde
namaz hakkında daima «Kitab» ve «Mektûbe» zekât hakkında ise
««Mefrûza» kelimeleri
kullanıla gelmiştir.
Zekât hakkında «Mefruza»
veya «Farz» kelimelerinin kullanılması, onda bir çok takdirler
bulunduğundandır.
Hadis-i şerifte namazla
zekât farz kaydıyla zikredildiğine göre, nafileler imanın müsemmasma dahil
olmazlar.
Maamafih bu meselenin
ihtilaflı olduğu söylenir.
Ramazandan murad: Bu
ayda oruç tutmaktır. Hadîsin bu cümlesi curahur-u ulemaya delildir. Çünkü
onlara göre Ramazan ayı için yalnız «Ramazan» demekte hiç bir kerahet yoktur.
Bazıları bunu mekruh görmüş ve
«Ramazan ayı»
denilmesini lüzumlu addetmişlerdir. Mesele inşallah, delilleriyle birlikte Oruç
bahsinde görülecektir. Resûlüllah (S.A.V.)'-in burada haccı niçin zikretmediği
dahi ileride görülecektir.
Bir hadis, burada olduğu
gibi iki tarikden rivayet edilir de rivayetlerin arasında bir birine münâfât ve
zıddiyet görülürse, yapılacak iş münasib bir şekilde onların arasını bulmaktır.
Burada da zahiren bir münâfât göze çarpmaktadır. Şöyle ki:
Birinci rivayette
kıyamet alâmetlerini soran Cibril
(A.S.)'dir. İkincide ise bunları
Peygamber (S.A.V.) hiç
sorulmadan söylemiştir- İki rivayetin arasını bulmak için deriz ki: Cibril
(A.S.) sormuş; Resûlüllah
(S.A.V.)'de:
-Sana onun alâmetlerini
söyleyeyim» demiştir.
Ama birici rivayette
suâl zikredilmiş; ikincide suâl tekrarlamaya lüzum görülmeden yalnız cevap
rivayet olunmuştur.
Hadisde geçen «Eşrât»
kelimesi «Şarat»ın cem'i olup alâmetler manasınadır. Bazıları:
«Eşrât: Kıyamet
alâmetlerinin mukaddimeleridir.» demiş; bir takımları kıyametin küçük
alemetleri olduğunu söylemişlerdir. Bu ma'naların hepsi bir birine yakındır.
«Behm» koyun ve keçi
yavruları demektir. Bazılarına göre yalnız koyun yavrusu; diğer bazılarına göre
yalnız keçi yavrusudur. Hatta her hayvanın iki aylık doğan yavrusuna
«Behm» denildiği rivayet
olunur. Müfre-di «Behme» gelir.
Buhârî'nin rivayetinde
bu kelime «Bühm» diye zabt edilmiştir. Bu takdirde müfredi «Behim» gelir ki,
kara manasınadır. Hattâbi'ye göre ise «Biihm» meçhul demektir. Sonra ayni
kelimenin mîmi hem kesre hem de damme hareke ile rivayet olunmuştur. Kesre ile
harekeîendiğine göre kelime, üst tarafındaki «lbil»in sıfatı olur ve kara
develer manasına gelir. Damme ile okunursa «Riâ»m sıfatı olur, ki kara çobanlar
demektir.
Bazılarına göre bu
kelimeyi çobanlara sıfat yapmak onların yoksulluğundan kinayedir. Hatta bununla
bütün araplarm kasdedilmiş olması ihtimalinden bahsedenler bile vardır. Çünkü
araplarm renkleri ekseriyetle smerdir.
Resûlullah (S.A.V.)'in
okuduğu âyet sure-i Lokman'm sonunda 34 tür. Bu ayetde zikredilen beş şeyi
Allah 'dan başka bilecek yoktur. Bunlara «Mugayyebat-ı Hams» derler mezkûr beş
şey:
1- Kıyametin ne zaman kopacağı,
2- Yağmurun ne zaman yağacağı,
3- Hamilelerin,ne doğuracağı,
4- Yarın kimin ne kazanacağı,
5- Kimin nerede öleceği meseleleridir. Bu bâbta
Ebu Bekir îbn'İ- Arabi şunları
söylemiştir.
«Hiç bîr kimse bu
mugayyebâtm birini bildiğini iddia edemez. Bir kimse:
— Yarın yağmur yağacak,
yahud,
__Yarın şu olacak, derse
kâfir olur. Ve lev ki yağmur meselesinde bir mareye istinâd etsin. Çünkü Allahü
Teâlâ bunlardan kıyametten maada hiç birine emare halk etmemiştir. Rahimde ne
olduğunu bilirim iddiasında bulunmak da böyledir. Meğer bu hususta tecrübeye
istinad eyleye. Meselâ doktor: "Eğer ağırlık sağ tarafta ise yahud
memelerin uçları siyah ise, çocuk erkketir; aksi halde kız doğar" demiş
ola: Ama. Yann güneş tutulacak, demek bu kabilden değildir. Zira güneşin
tutulması hesapla bilinir.
Bununla beraber avam
tabakasına şüphe getireceği içîn ulemamız:Böyleleri te'dib olunur,
demişlerdir.»
Hasılı ilim ve tecrübeye
dayanan tahminlere mugayyebâtı bilme hükmü verilemez. "!